6 Nisan 2013 Cumartesi

düşünmeye ayıracak vaktinin bile kalmadığını hissetmeye başladığın zaman İstanbul insanın gözünde trafiği çok fena iğrenç bir şehir olmaya başlıyor. oysaki bugüne kadar sanki bebekteki yalımda oturup manzarasını seyrettiğim o güzel şehirmiş gibi hissetmeye çalışmıştım.

üzerine düşünmem gereken o kadar şey var ki...
kendimle ilgili, planlarımla ilgili, dostlarımla ilgili, ailemle ilgili, hislerimle ilgili...
sanırım benim cranberries dinleme vaktim gelmiş, ama işte şimdi de vizelerim başlıyor.

                                  Didn't you see me?
                                  Didn't you hear me?
                                  Didn't you see me standing there?

25 Temmuz 2012 Çarşamba


-when i speak to people from the north, they all loved your father
-he is the best man i ever met. i know children think that their father is the best but mine..
-children do not always think that about their fathers. believe me.

23 Temmuz 2012 Pazartesi


"Boy, it began to rain like a bastard. In buckets, I swear to God. All the parents and mothers and everybody went over and stood right under the roof of the carrousel, so they wouldn't get soaked to the skin or anything, but I stuck around on the bench for quite a while. I got pretty soaking wet, especially my neck and my pants. My hunting hat really gave me quite a lot of protection, in a way, but I got soaked anyway. I didn't care, though. I felt so damn happy all of a sudden, the way old Phoebe kept going around and around. I was damn near bawling. I felt so damn happy, if you want to know the truth. I don't know why. It was just that she looked so damn nice, the way she kept going around and around, in her blue coat and all. God, I wish you could've been there."

2 Temmuz 2012 Pazartesi

çırptık çırptık karıştırdık. oturduk hormonlarımızla size kurabiyeler yaptık.
evet çok azdık. batuhan'la beraber kurabiyeden erkekler yarattık. sonra da onları yedik.

İŞTE KARŞINIZDA ERKEKLERİMİZ!!!



eveeet sevgili kurabiye severler, şimdi erkeklerimizi tanıma vakti! onları teker teker sahneye davet ediyorum. bakalım sizin ideal erkeğiniz hangisi?          





1 numara: son derece yakışıklıdır ama dış görünüşüne karşı can sıkıcı bir düşkünlüğü bulunmamaktadır. üzerinde annesinin pazardan aldığı nike amblemli tişörtü ve konforlu ev şortuyla dolaşmakta hiçbir sakınca görmez, ki zaten bu halde de karakteriyle güçlü bir sempati yaratır








2 numara: mr. turkey, güzeller güzeli bir genç delikanlıdır. mesleği mankenlik yapmak, adını feriha koydum, aşk-ı memnu tarzda dizilerde baş rollerde oynamaktır. boş zamanlarında bebek sahilinde fink atar,güzel olmakla meşguldür.










3 numara: osmanlı beyefendiliği bir yaşam tarzıdır. osmanlı beyefendisinin altında yatan güçlü erkek çok uzaktan bile sezilebilir. zor durumda kaldığınızda bıyıklarını bürecek ve yardımınıza koşacaktır. kılları nesquik kokar, güzel zaman geçirmek için tek ihtiyacınız olan yere bir mendil düşürmektir.







4 numara: sarışın bebiş 18 yaşındadır. toy kelimesi gerek karakter olarak gerekse hayatınızda edineceği "oyuncak" yeri açısından hayli doğru bir kullanım olacaktır. birbirinize çok keyifli zamanlar yaşatacaksınız, o sizin dizinize yatacak siz bir masal anlatacaksınız o ise uyuyacaktır.









5 numara: kariyerini bu yüksek noktaya taşıyan olgun adam hayatındaki her gereksiz şey gibi pantolonları ve iç çamaşırlarından da kurtulmuştur. kır saçlarına rağmen hayatında hala küçük bir ofis kaçamağına yer vardır. prenses mi olmak istiyorsunuz? doğru yerdesiniz.








6 numara: entelektüel erkeğimizin barbaros şansal'a benzemesi dışında pek bir sorunu yoktur. hayatındaki birçok problemi çoktan çözmüştür. kuru entelektüel muhabbetlerden keyif alamaz ve işlerin duygusal boyutları da onun için bir kaygı unsurudur, bıdıştır.










7 numara: ibo prototipine bağlı, lacoste tişörtlü, i phone'lu bu delikanlının aslında parayla pek bir işi yoktur, tek derdi sizi bulutların üstüne çıkarmaktır. insanlar bebek sahilinde yürürken kafalarını çevirip, yatta yemek yiyen size bakacaktır.









8 numara: futbol düşkünü, sıkı vücutlu, brezilya göçmeni çakır delikanlı, hayatı spordan ve sizden ibarettir ve daha fazla ne isteyebilirsiniz ki?











9 numara: maldivlerde tanışabileceğiniz bu yakışıklı sörf yapmaktan çok hoşlanır. akşamları bob marley dinleyerek arkadaşlarıyla kafayı çeker. küçük kız kardeşiyle arası çok iyidir, ailecek jamaika göçmenidirler. lady gaga halası.









10 numara: yıllarca süren çalışmalarının ardından aşkın ve seksin kimyasını çözmüş, bu uğurda lepiska saçlarını kaybetmiş ama yüreğini büyüttükçe büyütmüştür. sizi havalara uçuracak sırları o bilir. modern çağın seks lokman hekimidir.







AFİYET OLSUN...



18 Haziran 2012 Pazartesi

eğer moby o gün beni arayıp "lütfen sen de gel beni yalnız bırakma" demeseydi ne işim olurdu orda. önceki hayatımda da hep partiler olmuştu. hiç sevmezdim zaten. ben ve partiler olmaz olamaz. böyle başladım yola bi kere. neyse hadi dedim bi görelim. üniversteye başladık madem. bunu da yaşayalım.
ne giyeceğim problemdi bi kere. herkes topuklu ayakkabı giymeyi planlıyor. parti ya hani. lan benim topuklu ayakkabım yok ki. bi tane vardı o da ankara'da. zaten hayatımda iki kere giymişim. onda da yürüyüşümle dalga konusu oldum.  neyse çizmem var bi tane onu giyerim dedim. sonra kot giysem olmaz mı dedim. oda arkadaşım melly "saçmalama kızım kahverengi mini eteğin varya ne güzel. çok seksi onu giy" dedi. hemen çorabımı üstümü kolyemi ayarladı giydirdi beni. götüm donmasaydı iyiydi de yine sevmiştim ben de kıyafetimi. neyse çıktık yola gidiyoruz. yanımda sevdiğim arkadaşlar var neyseki. selly dışında tabi. bu lanet kızı kim çağırmış lan. "hadi içeliiim hadi dans edeliiim" diye sayıklamaz umarım. zaten ne dans edesim var ne de içesim. kış kış dans etmem ben. moby'nin hatrına gidiyorum o kadar.
lanet gece başladı. ilk zamanlar iyiydi. biraz muhabbet vardı ortamda. sonra millet dans etmeye başladı. oturmaya mı geldik misali. sen de mecbur sallıyosun iki el bel bi şeyler. bi süre sonra sıktı tabi. zaten artık atmosferde "parti daha yeni başlıyor" kokuları sesiziliyordu. o da beni korkuttu. kelly, moby ve doby'nin kolundan tuttuğum gibi dışarı atladım. daha fazla katlanılmazdı. selly'nin parti kızı sevdası, gecelik kız arayan genç baylar, zilli bayanlar, cıngıdı bıngıdı müzik beni yordu. gecenin kritiğini yaptıktan sonra uyuduk. ertesi gün oldu. moby'i baş ağrısından hastaneye kaldırmasaydık


diye bi yazı buldum taslaklarımda. bir buçuk yıl önce kadar yazmışım. hatırlıyorum o günü. isimleri açık açık yazamamışım malesef. hatta sıkılmışım yazmaktan o sıkıcı günü. atmışım taslaklara.

ama önemli olan bir şey var. o günden bugüne hayatımda değişen küçük bir şey... artık biri bana "parti var çok güzel gidelim mi nolur çok eğleniriz" dediğinde verdiğim cevap açık ve net. "ben partilerden pek hoşlanmıyorum. gelemem kusura bakma" bitti o kadar!!

23 Şubat 2011 Çarşamba

küçükken "ankara'nın neden kurtuluşu yok lan. ne güzel tatilimiz olurdu." diye düşünen salak bir çocukmuşum gerçekten. gerçi küçükken acaip zeki, atılgan, eğlenceli, yaratıcı bir insan olup büyüdükçe moronlaştığıma dair bazı tespitler var çevremde. babam ve uzun yıllardır en yakın arkadaşım olan batuhan böyle düşünüyor. şakalaşarak söyleseler de haklı olabilirler. bence de öyle. liseye başladığım ilk yıllar moronlaştım. zor attım üstümden. hala küçük kırıntıları üstümde. bazı konularda hala moronum. yine de şu yaşımda yaşadığım çelişkileri küçüklüğümde yaşadığım çelişkilerle örtüştürüyorum. tıpkı çay tepsisini taşımak gibi.

küçükken ailede çay tepsisini taşıyıp misafirlere servis etmek büyük onurdu. "ay ay güzel kızımıza bak aferin sana." laflarını işitmek hoşuma giderdi. çünkü genelde büyükleri takmayan, büyüklerine hiç yardım etmeyen bir kız olarak suçlanırdım. "sıçtığımın çaylarını götüriyim de bi mutlu olsunlar bari" diye düşünürdüm. (tabi "sıçtığım" kelimesini şu an eklemiş olabilirim.) "bardağa bakma önüne bak" lafı o kadar çok kafamı karıştırırdı ki. önüme baksam olmuyor. gözüm çaya kayıyor illaki. iç seslerim birbiriyle yarışıp dururdu. "dökülüyo mu acaba? ay yok önüne bak. ayy döküldü mü!! öf önüne bak!!" sonuç olarak çaylar varırdı misafirlerin eline. bi de şeker koyma faslını uzatmazlar mı!! "siktiğimin şekerini koy artık elim koptu dingil." (tabi bunu biraz daha farklı söylemiş olabilirim.) çaylar sapasağlam insanların eline vardığında da iş ne yazık ki bitmiyor. o çaylar biter ve senden bir bardak daha isterler. tıpkı şimdiki hayatım gibi.

üniversite sınavına verdiğim güç mesela. onu aştığımda bir çok şeyi aşmış olacaktım oysaki. meğerse bir bardak daha çay isteyeceklermiş. hesaba katmamıştım. tam da kendi çayımı koymuş, köşede oturuyordum. keyfimi bozmasanız olmaz sanki. dingiller!
şehirler sevgilim gibi olmuş
ne yılların sevgilisi ankara'dan vaz geçebiliyorum
ne de tutkulu aşığım istanbul'dan
haydi hayırlısı
kısmetse inşallah güzel olsun
nazar değmesin maşşallah olsun